Hissiyat aslolan. Varlık ve yokluğun nihai amacı ve sebebidir hissiyat. İnsanî bir hissiyat, yaşamaya muvaffak ederken insanı; tanrısal bir hissiyat, yaşatmaya ve yaratmaya kâdir kılar. Sanatçı, tanrısal hissiyatın zerresinden nasiplenen insandır. Kendini anlatan sanatçı, içinde kendini ararken; aşkı anlatan, işte ondan çekinir insan, içinde sonsuzu bulandır.
Yazmak ya da yaşamak bir hakikat değildir elbet. Yaratımın izdüşümü, insanî bir kandırmacadır yalnızca. Çünkü ne yaparsa yapsın tanrısal bir yaratıma asla erişemez ne insan ne de sanatçı. Eriştiği tek şey, hissiyatın sonsuzunda bir zerredir. Ateşe sahip olamaz insan, hâkim de olamaz. Kavrayabildiyse eğer, yanmaya vâkıf olur. Sözcüksel bir ateşin yankısında bulur kendini ve şair olur. İnsan için yazılan şiir yalnızca bir anlatıdan ibaretken, şiir aşk içinse şiir olur.
Aşkını toprağa, yüreğini yaprağa gömen bir insanın işidir şiir. Ateşi körüklemek namına yazılan şeydir şiir. Ne zaman ki ateşin kendi olur, işte o zaman kendini şiirden alıkoyamaz şair. Şair, şiir olur. Ateşin ateş oluşu gibi… Ve bir şairin yaşayan kimsenin hayatında yeri yoktur. Böyle bir şairin.
Yalnızca sözcüklerden ibaretsen, yalnızca sözcüklerden ibaretsin.
Ötesini düşünmem bile pervasız bir aymazlık. Ben yalnızca yazmayı biliyorum. Öğrendiğim ilk şey oydu çünkü. Göstermeyi ve onu yaşatmayı öğrenmedim. Yalnızca yazmayı, kalemin kâğıda dokunurkenki hissinin çıkarttığı sesi, kokuyu…

İstem dışı bir füzyon tepkimesiydik belki de
Aşkı açığa vuran
Tek ifrazatımız;
Yanmanın ya da cehennemin ötesinde
Şeytanı ininden etmenin acınası tadı..
Oysa şimdi ayaklarımızın altındayız
El değmeyen bir uzaklıkta
Sıcaktan da sıcak
Yalnız yanmaktayız
İnsancılık oynuyorduk aslında
-mış gibi yaşarken
Senmiş ya da benmiş gibi
Bizmiş gibi yaparken yaşıyorduk;
Şeytani bir kıvılcım ve tanrısal bir kudretle
Yanmanın da ötesinde
Hayata bel bağlayıp ölüme diz çökerken
-mış gibi yaparken
Benim duvara senin toprağa dönüşünün
Farkı yoktu sarındığımız bünyelerin
Öyle ya da böyle, yangını dizginliyordu tanrı
Yangın cehenneme tutsaktı, en dibine
Adı vardı yalnızca, sesleri, harfleri
Bir hissi yoktu yeryüzü için bir ya da ayrı tenlerin
Canlı da cansız da topraktandı elbet
Madde sırrını çözdü
Kozmik bir bilinçle kütlesinden arındı
Sıfır boyutlu, sıfır hacimli bir artığa döndü
Bir düş görmüştü tanrı
Hülâsa şeytanla münasebetinden mütevellit
Bir olmak kâbusundaki insanı
Bu sebepten;
Sonsuza 'son' denen bir yanılgı türetti
Son yanılgı, insanın ta kendisiydi; bir hisle dirildi
Sonsuz olasılıklar aleminde bir döngüye
Kan, ter; insan örgüsünde bir bilinçle sürüklendi
Hayat; şeytan inine, en dibine yangının
Yurdundan edene yer verdi, musallat oldu o mahluk
Yangına bir isim taktı, insanca değildi yanmak
İnsan bir başka tene, alev insana sarındı
Kaçmak derdiydi canlının telaşı, can verene
Sonrası varsayımsal bir ikilem, sonsuzu var eden
Kalemin kâğıtta kayarkenki sesi
Ciğerlerin dolup boşalırken, insanın yaşarkenki sesi
Melodiden yoksundu sözcüksel yaşamak gereksinimi
Tanıma tat vermeyen, tabiri alt eden hissiyat
Canlı cansızı maddeden eden sessizliğin melodisi
Birlikten öte, ikilemin hissiyatı âlemi sus pus eden
Tüm atomlarını bir cımbızla bir bir aldıran
Nur topu gibi sonsuz, sondan sonra can bulan
Durağan ya da hareketli, hangi şimdide
Zaman denen öz kütle, bir eyleme eğildi.
İki nokta üst üste gelmedi
Doğru tekti, asla kendiyle kesişmedi
Cennet cehennem bir, tek teselli son hayata
Tanrı ve şeytan ikileminde, insan arafta olan
Sözcükler kul işi, hissiyat aslolan.
Resim: M. C. ESCHER