
NUNÇAKU-1
Berber çıraklığına dokuz yaşında başladım. Ustam Halil. Berber Halil. Kenar
mahallede sıkışmış bir berber dükkanında üç yıldır ustamla birlikte çeşit çeşit ideolojiler,
düşünceler, ibareler taşıyan ve bunu kamufle eden saçları kesiyoruz, sineğin tırmandığı
suratları tutunamayacağı şekilde sakal façası çekiyoruz. Tabii ustam otuz dört, ben iki yıldır insanları maymuna dönmüş hallerinden kurtarıyoruz. Kenar mahallede olduğumuz için herkes herkesi tanıyor ve burada belediyelerden kaçak, küçük nüfuslu köyler kuruluyor.
Ustam tavla oynamasını bilmediği için yan taraftaki tuhafiyeci Selim Amca ve
karşıdaki Osman Bakkal ile mücadelesini izleyip kazananın sakalını tıraş ediyor ve kaybeden de tıraş parasını alıyor.
Bir de Halil Ustamın on yedi yaşında bir kızı var. Neval. Her gün saat 11.30 civarında
öğle yemeğini, içinde üç çeşit olan, iki kişilik sefer tasında taşıyıp dükkana kadar geliyor.
Neval’in saçları omuzlarında kıvrılıyor, yuvarlak yüz ve buğday tenli, güzel ve çoğul.
Yani böyle bir kızın mutlaka bir erkek arkadaşı vardır. Fark etmez. Aşk böyledir. Sen Neval’i seversin, o başka birini… Her neyse, bazen Neval dükkana gelmiyor ve iki dükkan ötedeki dönerciden söylediğimiz de yuttuğum lokmaların Neval’in gelmeyişine bağlı olarak boğazımdan aşağıya düşmüyor. Çünkü o gün Sevim yenge (Neval’in annesi, Ustanın hanımı), yemek yapmamıştır ve kızı Neval’i de dükkana göndermesi için ortada hiçbir sebep kalmamaktadır. Ve aşkın, açlığı büyük bir faşizmle bastırdığı bir kez daha kanıtlanır.
*
Çarşamba günüydü. Tuhafiyeci Selim vs. Bakkal Osman tavla karşılaşmasında Bakkal
Osman kaybetmiş, Selim Amaca tıraş olmak için koltuğa oturmuş ve gülmeli “lak lak”tan
sonra Selim Amca tıraşını olmuş ve dükkanı terk etmiştir.
Aradan geçen yarım saatlik zamandan sonra sokağın başına, bu mahallenin bir daha
göremeyeceği ve mahallemize dar olduğundan dolayı giremeyen iki cip yanaştı. Aslında
yanaşmaya çalıştı. İki araçtan inen sekiz kişilik bir koloni ortadaki tek kişinin korumasını
yapmaktaydı. Araçtaki sekiz kişi aynı renk takım elbiseleri ve gözlükleri giymiş ve yalnızca bir kişi sivil ve pahalı bir gözlüğe sahipti. Yani aslında ortadaki sivil bir Allah'ın kuluydu ve korumalar da o Allah'ın kulu olan adamın kuluydu. Aptalca. Aptal olan sekiz adamdı. Ve o sekiz adam dar mahallenin en fazla üç katlı olan çatılarına ve dairelerine bakıyordu; bir bombacı, bir keskin nişancı, provokatör ve hatta kulluk ettikleri adama yaklaşmaya çalışan bir çocuk arıyorlardı ama onlar mahalleye girdiğinden beri mahalle Teksasın dikenli çöllerine döndü. Ağır adımlar yavaşça sona ermekteydi ve bitti. Durakladıkları yer; koca bir yazıyla süslenen berber dükkanıydı.
KIL BERBER SALONU
HALİL KIL
İçeriye ilk adımları ustam ve ben attık. Ardımızda gelen pahalı parfüm kokusu
ve o artist korumalı adam. Hemen ardından iri cüsseli koruması girdi ve hızlı bir tehlike
unsuru aradı. Bulamadı ve koltuğa oturması için izin verdi kulluk yaptığı kişiye. Adam en son sakal tıraşını bir gün önce yapmış bir haldeydi. Adamı tanıyordum, ülkeye yerin derininden hükmeden bir sima olduğu için hatırlamakta zorlanmadım. Çünkü benim dünyam farklıydı. Farklı bir ütopyam vardı ama bu adamlar kırmızı ışıkta beklememek için yeşil ışıkları tek kumada da yeşile çeviren sabırsız yer elmaları idi. Ustam bu ukala canavarını “Hoş geldiniz efendim. Şeref verdiniz…” gibi sözlerle karşıladıktan sonra kulağıma eğildi.
“Eve git. Sevim yengen yemek yapmış, güne gitmiş. Neval evde yalnız olduğu için
çıkamaz. Ben tıraşı bitirene kadar yemeği al gel oğlum. Hadi.”
“Tamam usta” dedim. 1.73 boyumun bu yaratıklar (korumalar) pek de uzun olmadığı
kanaatiyle aralarından sıyrıldım ve dünyaya bir daha gelmeyeceğini bilen, bunu doya doya tadını çıkaran bir kelebek gibi sekerek Nevale doğru havalandım.
Neval’in evine ne kadar geçtiğini bilmediğim zamandan sonra eriştim. Huzura eriştim.
Kapıyı çaldım. Bekledim. Kapının diğer ucunda soluk sesleri işittim. Sonra bir an kesildi ve kapıyı Neval açtı. Neval’i hiç bu halde görmemiştim. Elinde sefer tası, altında kot pantolon, ve üstünde çıplaklığını örtmesi için bulunan bir nevresim vardı. Boynumu yere serdim.
“Özür dilerim. Yanlış bir zamanda geldim sanırım” dedim.
“Yoo, hayır. Hakan var evde. Sevişiyorduk da.”
“Ne?” Sevişiyor muydu? Hem de utanmadan, bunu diğer insanlardan onu daha çok seven bir adama söylemişti. Zom oldum. Soluğum, hiçbir hastalığımın olmadığı halde kesilmişti.
“Neval, kimmiş hayatım?” diyen boru gibi bir ses geldi kulağıma. Sinirlerimin 2.78 boyuna eriştiğini hissedebiliyordum. Bu rahatlıkta neydi böyle, hem de ustamın evinde...

Havalar sıcak olsaydı bile vücudumda ilk defa çöl iklimi görülüyordu. Arka cebimde
bir ustura vardı. Ustam,”Bir berber usturasını yanından ayırmamalı. Her gün bileyip,
yağlamalı” derdi. Arka cebimden artistlik bir hareketle çıkardım usturayı. Neval’i aşarak içeri daldım. Ve Neval’in masumane düşlerini gördüğü yatağında o piç kurusunu uzanmış bir şekilde buldum. Gözüm 360 derece döndü. O piç kurusuna “Senin tıraş zamanın gelmiş” dedim ve kafasını bacaklarımın alıp tek hamlede çektim usturayı, yaşam belirtisinin bulunduğu elektriği. Her yere kan fışkırmaya başladı. Neval tam karşımdaydı. O piç kurusunun bacağına yatmış ve bütün dehşetiyle ağlıyordu yarı çıplak bedeniyle. Neval’in yanına gittim. Ona baktım. O da bana baktı akmış gözleriyle. Kahverengi gözleriyle baş başa kaldık. Saçının uçlarından, avucumu dolduracak kadar saçı aldım ve usturayla kesim. Bir çığlık patladı. Elimde bir tutam saç ile kanlı ve ağlama sesleri eşlerinde evi terk ettim.
Ustama gidip her şeyi anlatmam gerektiğini biliyordum. Bunu ustam enjekte etmişti
terbiyeme. Ama dükkanın önüne gelen artık bir kelebek değil avını kaçırmış bir kaplan gibi kinliydim. Dükkanı uzaktan gözüm seçmedi ama yaklaşınca bir kez daha zom oldum.
Dükkanın önünde iki koruma vardı. Dükkan al,üst olmuştu. Camlar dökülmüş,
koltuklar delik deşikti.
“NOLUYOOOR LAAAN!?” diye bir çığlık attım. Bağırışımı işiten Bakkal Osman ve
mahallenin ayyaşı Kenan ağabey geldi tepeme. Toprağın üzerine bir şimşek gibi çakılmıştı dizlerim.
Kenan ağabey, “Üzülme çocuk. Ustan delikanlı mert adamdı.” dedi. Şaşkınlıkla Kenan
ağabeyinin bu evrenden başka evrenlere seyir alan suratına baktım.
“Ustan o piçi tıraş ettikten sonra piçin verdiği yüz doları kabul etmedi. Emeğinin
karşılığı bu değil beş tl diye o piçin verdiği yüz doları almadı. Piç, tabancasını çıkarıp Halil’in ağzına dayadı ve Halil eline aldığı usturayla o piç kurusunun boğazını afili bir kesik attı. Yaşam noktasına… Sonra o puştun korumaları herifi dükkandan çıkarıp, ceketlerine sakladıkları taramalı tüfekle taradı dükkanı. Üzülme çocuk hiç bir şey karşılıksız kalmaz. Ustan delikanlı gibi mert gibi ayakta…” dedi Kenan ağabey. Üzüntümü yaşayamadan ustamla gurur duydum.
Ayağa kalktım ve dükkana doğru yürümeye başladım. Sanırım korumalar için önemli
bir tehlike arz etmiyordum ki içeriye kıvrıldım. Ustam yerde delik deşik yatıyordu, tıpkı
hayatımın yarım saat öncesi gibiydi her yer, delik deşik… Sanki farklı bir evrene düşmüştük ve her şey tersine dönmüştü.
Kasayı açtım ve avucuma sığan bütün parayı aldım. Bir de etrafa bakınırken ustamın
ayağının dibine düşen delik bir Benjamin gördüm. Onu almadım. Dükkandan cebimde beşlik ve onluklar-la çıktım. Koşmaya başladım. Beni buradan uzaklaştıracak bir santime bile ihtiyacım vardı. Ve koşmayı sürdürüyordum güneşin battığı yere.
Otogara…