
PARKALI OBLOMOV
Haydarpaşa garında gösterirken akrep 8’i,
dolanmaktayım aylak aylak ortalıkta,
üstümde gri pardösüm.
ardım sıra tren camlarında koşuşturan titrek yansımamı
takipteyim göz ucumla
pek de önemli bir şahsiyet gibi gösteriyormuş meğersem beni
kargacık burgacık mısralar çiziktirdiğim kağıtlarla dolu evrak çantam
teslim olduğum ayaklarım götürürken beni bilet gişesine,
Kaynıyorum diğer pardösülü adamların kafilesine
poyrazda açılan yakalarından
lavanta losyonun dahi bastıramadığı
bir makine yağı kokusu
yayılmakta dalga dalga dört bir yana
aynı berberin elinden çıkmışçasına
cuk oturmuş bir abajur bıyık ile
o bi’ örnek evrak çantası,
ellerinde her birinin.
“Bey’fendi sıra ilerledi.”
“La vache” krem peynir kokan sıcak bir nefes hissettim ensemde.
aynı saatte, aynı yerde toplaşmış;
yakasını dikleştirdikleri “saygın” giysilerinin altında
kim bu yamuk bedenli adamlar?!
soluk benizlerine her ayın 15’inde kan gelip
akşamında mor yonca misali bükük boyunla girdikleri beyaz çarşaflarda
gözlerini, boğulmamak uğruna açık tutan
sağlık yahut adli kayıtlar harici
esameleri okunmayan bir güruh.
habitatından koparılan bir sarı karanfilden öğrenmişlerdir onlar,
bozuk floresan lambalar altında büyümeyi.
simbiyotik yaşamın pençesinde bir sefil varoluş ki
mahkumlar özgürlüğe.
tiksiniyorum iyice o an
istiflenmiş olmaktan aralarına
…
“keşke parkamı giyseydim”